Giderek Umutsuz Mu Oluyorum?
Nereden çıktı bu? Varmışsa fark etmek için geç, yokmuşsa ortaya çıkması için geç.
Yerli mi, gezici mi?
Dünya işleri umutlu da olsa umutsuz da olsa gidiyor, kendi kendine. Korku üretmek için uygun bir alandı. Şimdi daha sıkı alanı buldum galiba: sevgi alanı. Daha başlangıçta kendini belli ediyor uyumsuzluk. İlk görüşte sevmek bile tehdit edici: Hiç doymayacak mıyım yoksa? Alternatif: Tek yanlı bir sevgiyse bitiksindir. Acı çekmek meslek olur. Seveceğim mi değil mi sorularının sahnelenmesini beklemek çok zevkli bile sayılır.
Ya şimdi? Her sevgi yanlış bir sevgiyse? İki yan da kendi tarafından kendi yanlışıyla seviyor ve güreşiyorsa? Birbirimize hiç ulaşamamak olasılığı… Yapımdan gelen, sevilmeye hiç değer olmama düşüncesinin sökün edip baskıya alması da cabası.
Upuzun bir karanlığın enli enlemesine yayıldığı bir uzamın ufak yaşam kıvılcımları ve olasılıkları olarak varlığımızın ne kıymet-i harbiyesi olabilir? Sıkıntılı ömrümüzde kendimizle cebelleşmek lanetli varoluş. Sevinç yasak değil, acı. Dikenli taç her birimizin başını ayrı ağrıtıyor. Anlamsızlıkla anlamsızca boğuşarak ölümümü yaşlanıyorum. Özgürlüğü tanırsam bir anım daha değerli olacak mı?
Eskiden sevgi bir umut, bir kurtuluştu. Şimdi nasıl oluyor da umutsuzluklaşıyor? Ölüler bile daha ölmeyi sürdürüyor. Daha beter olalım demek, demeye kolay. Başı-sonu karanlık bu bildiğim tünelin, başkaları aydınlık, kendisi alacakaranlık tüneli biliyor. O zaman her sonlu sevinç, her küçük varoluş, umutsuz olmaya umutsuz, işe yaramaya yaramayacak, ama tutunulacak bir an oluyor. Acı an. Acınacak bir şey yok ama. Acımasız bir çelikliğe gelmeliyim kendimde. Duyarlı sert çeşitlerimiz var mı? Sulu körlerimiz var biliyorum ama? Her edimim keyfimce mi belirlenecek, renkler duygularımın tekelinde mi? Duygularım benden daha acımasız ve rastlantısalcasına buyurucu.
Geleceğin soğuk dokunuşunu hemen duyuyorum.. Kaçışın yolu yok, yanılsaması var. Herkes için böyle. Canavar olsa savaşırdım, o bir iklim. Beceriksizleşmem sınır tanımıyor. Kayıp kayıp üstüne… Mutlu olmayı kurup duruyorum. Oysa bütün mutluluklarım yaşanmış mutluluklar, geriden geliyor ışıkları, önümü değil arkamı ışıtıyor. Mutlandıysam mutlandım, gelecekten dilenmeyi bırakmak istiyorum.
Öyle karanlık olasılıkları var ki sevginin… Sanırsın ki aşk, sanırsın ki kabus. Sanırsın ki uyanacaksın.
Sen bana umutsuzluk eğitimi yapıyorsun. Seninle umutsuzluk altında sabrı öğreniyorum. Olanaksızı istemeksizin, hatta olanaklıyı istemeksizin.
Ben acaba sana ne öğretiyorum?
Ne için sürdürmektesin benimleliği? Yalnızca sevilmenin zevkini çıkarmak içinse öyle üzülürüm ki ayırt edemem kendime mi sana mı.
Sana sevgilim dememek, istememek, öpmemek, sevişmemek, aldırmamak mı tek çıkar yol? Hatta yazmamak? Düşünmemek? Düşlememek? Söylememek? Söyletmemek? Söyleşmemek? Anlamamak, kavramamak, görmezlik… Ürkek kaplanım, giyotin dillim, ince ısırışlım, yakalanmaz bakışlım, gönülsüz öpüşlüm…
ARM Bülten, Nisan 2001