Nerde o günler… Roman’larımızı arıyoruz, burnumuzda tütüyorlar. Türklerin eski nefretli kibirleri çingene aşağılama, yeni bir pişmanlık açılımı ister. Türkler ülkeye doldurulan Arap ve Afganlardan korkuyor ya -tiksinme mi fetih korkusu mu belirsiz- bunu buçuk millet saydıkları çingenelerle, eski iç içelikleriyle karşılaştırsın. Hemmen öteki öz azınlıklar ve kardeşler akla geliyor: Ermeni, Rum yani Yunan, Yahudi, ve tabii ki Kürtler. Türk imgelemi Kürtleri aşağılamak ve dışlamak isterdi; fiili durumdan, birbirinin organı olmuşluktan yapamadı, yakın tarihte itişilen küçük kardeşmiş gibi davranabildi.
Belki ve aslında komşu/muhatap uluslardan hayranlık duyulanlar da birincisi onlardan Türklere aşağısama algısı; ikincisi, nefret ve dıştalamanın bir ön adımı, hazırlığı. Alın size, ahlaksız Avrupalı imgesi, Almanya bizi kıskanıyor algısı. İç bölgeleşmede de paragöz Trakyalı algısı, gavur İzmir durumu. Alevilere karşı ne kadar dışlaştırma duygusu varsa, o kadar da daha öz, temiz, doğru gibi Almanımsı ikirciklilik var. Mesleklerden doktorlar: Bir yandan hayranlıkla ikincil tanrılar görmek, bir yandan kışkırtılmayla, aşağılık duygusunu şeytan doktor düşmanlaşmasıyla aşmaya çalışmak. Ulusal gurura karşı ulusal aşağılık durumu: Ne diyor? Bizden adam olmaz. Gavur yapmış. Diyor.
Tükürdüğünü yala Türkiye. Geçmişle ve hayalde yaşamaya çalışıyorsun. Ana, şimdiye dön. Askeri modernizmden kurtuldun, illa ileri diye bir çekiştirenin yok. Sağcı, dinci iktidarların sayesinde aynaya baktın, kim olduğunu görüyorsun… Bereket hala ayaktasın. RTE’nin başlıca hizmeti Türkiye’ye biz aslında kimiz, neyiz sorusunu sordurmaktı. Derhal yanıtlar yağmaya başladı. Gerçeği, olunan yeri belirledikten sonra yeniden aramak ve dönüştürmek olası.
Osmanlı da Türk sevmezdi. Bunlar, geçici çete başlarımız Arap seviyor. Türkler değil yönetici elit. Daha doğrusu para seviyor, para karşılığı ödün Türklerin algılarından ve ellerindekinden veriliyor.
Son durum, özyurdunda Türk sevmezlik bir tür lanetli psikoloji. Öznefret. Belki karmadır, ettiklerini çekiştir. Basitçe, kendini sevmezlik, kendinden kuşku denebilir. Annenin kendine dair gizli duygularını, kızını büyütmesine yansıtması gibi. [Oğlunda hayal ve umutlarına göre davranmakta.] Önceleri dünya kazan Türkler kepçe, koş babam koş, dövüş süpür nefes nefeseydi. Şimdi bir tam yüzyıl neredeyse etkin savaşsız geçti. Koşarken düşünmezdi, şimdi kendine bakma, eldekiyle yetinme, geviş getirme, ufka bakma zamanı ve tamamen normal, sosyal insani. Bu durulmanın başını, gerileme Osmanlısını anımsayalım. Varlık/yokluk korkuları sarmıştı, belki Türk varoluşunda tarihte ilk kez. Türk Keloğlanı, sarsılmanın peşinden ağlaya ağlaya uykuya dalış evresinde olabilir. Hele uyusun, düşünü, kabusunu görsün. Sabaha ölmemişse gene yürür, gene koşar, gezinir. Neyse halimiz, çıksın falımız.
“Çıkış yok. Çıkan bizden değildir.”
Hehehe.
BeğenBeğen