KANSER

Kanser şakası: Kanserin çaresini ve ilacını bulmuşlar, ama saklıyorlarmış. (Şehir efsaneleri kapsamında)

Nedeni: Sanki özde hırslı, ısrarlı biçimde kendine, hayata kahretme durumunun nihai yolağı. Çocuk yaşta olursa hücrelerin tavrı, soyaçekimli kanser olursa ortak grup algı ve davranışı olarak değerlendirmek uyar.

Kanser kişinin kendi kaderinde etkin olduğu, bir tür intihar eşdeğeri sayılabilecek bir hastalık. Keza bir arkadaşımın kalp krizinin intihar kokmasını çok bariz hissetmiştim. Yazar Tezer Özlü’ye bir son olarak intihar en az bir kanser kadar uyardı gibime geliyor. Hakkında çok az şey bildiğimden savuruyor olabilirim. Bilinen intihar girişimi var mı? Varmış, sürekli intihar girişimlerinde bulunmuş. Oğuz Atay hakkında ise şuna denk geldim, ele alış tarzı bana çok uyuyor:

[Barlas Özarıkça ise bu kalıtsal nedene çevre etkilerini de ekliyordur. “Kanser büyük bir olasılıkla bastırılmış kırgınlıkların, üzüntülerin, öfkelerin hastalığı,” diyordur Özarıkça. “Çevresindeki insanlar yaptıklarını yok sayarak onu hasta ettiler. Buna yakın çevresindeki edebiyatçılar da dahil. Biz kimi insanların bizim çok üstümüzde olduğunu kabul etmiyoruz. Onlara öfke duyuyoruz, onları yok etmeye çalışıyoruz. Yok ettikten sonra da onları birer kült haline getiriyoruz.”] Yıldız Ecevit – Ben Buradayım

Türk okurunun romanlarını çok sevdiği İrvin Yalom, mesleki uygulamasında kanser aydınlanmasının çok örneklerini görmüş ve kitaplarına (örneğin Varoluşçu Psikoterapi) yansıtmış. Onun da onayladığı bakışla kanser adeta nevroza iyi geliyor; kanser sırasında nevroz (nöroz) düzelebiliyor. Halkın “Ağır gelince yeğni kalkar,” deyişi bunu doğrulayıcı içgörülerdendir. Yalom’un bir hastası, “Hayattan bu kadar zevk almak, yaşamayı öğrenmek için, illa kanser olmam mı gerekiyordu,” yollu konuşarak aydınlanıyordu.

Benim küçüklüğümde taşrada bir verem ve kanser arabesk müziği furyası vardı. Gözü yaş burnu sümük, cırtlak sesli kadın veya çocuk şarkıcılar… Küçük Emrah’tan nerdeyse 10-15 yıl önce. Bol düz konuşma ve ağlamalı, veremde öksürmeli üzüntü nağmeleri… Köylerde millet birbirinin evinde toplanır, erişkinler pilli portatif pikaplarda ya oyun havaları ya bu kanser plaklarını dinlerdi. Hastalık acımasızlığı bilinci olarak “masada kalmak” diye deyim türemişti.

Kılavuz olarak kanser.
Hızlandırılmış hayat kursu kanser.
Temel insan hastalığı olarak kanser.
Diğer bazı hastalıklar geri dönüşlülükleriyle çocuksuluk ve nazlılık hissettirir. Geriye dönüşsüz kanser, çaresizlik sıkıştırmasıyla ölürken yaşam verebilir, olgunlaştırabilir. Anda kalmayı ve sahiciliği öğretebilir. Kişiye dilinin altındaki sır baklayı çıkarttırabilir. Geçip gidiciliği anlama ve aydınlanma vesilesi olabilir. Bunlar zorunlu değil, birer olanak olarak önlerimizde.

***

Kanserinin son anlarındaki yarı uyur yarı uyanık kadın zorlukla fısıldıyor: “Ben artık devam edemeyeceğim.” O sırada bir hafta içinde sadece beş saat uyumuş olan kızı, acı içinde yanıtlıyor: “Devam etmek zorunda değilsin anne…”


Şimdi anacağım, benim çocukluk dönemimden köy arkadaşım. Ölenle ölünmedi, sonradan bu eşle ilgili kamuoyu zıt kutupta sevmezlikte şekillendi. Ben yine de kanser bakım dönemi özverilerine çok minnet doluyum:

Akciğer kanser hastası son dönemlerde alev içinde gibi yanık hissesiyormuş, yayladan su içmeyi dilemiş. Karısı kayınbiraderiyle (inisiyle) birlikte arabaya attığı gibi yaylaya su başına, akrabalarına getirmiş. Yemeyi içmeyi kesmiş, karısı bazen üç dıkım için beş gün çaba gösteriyor.

Artık dışkısı, daha doğrusu ishali cara gibi, işlenmemiş sıvı posa gibi atılıyor. Hem de öğürtecek ölçüde, içini dışına çıkaracak ölçüde pis kokuyor. Eş diyor ki, “Bu dışkı bana kokmuyor.” İşte melek sahne almaya başladı, belli. Kocayla çocuk gibi ilgileniyor, el üstünde tutuyor. Bu hastanın kaderi ne, ne şansı var? Eşe Allah döğümlük vermiş de tiksinmiyor, gönlüyle baktığından, sevdiğinden, kendini verdiğinden..

El almış bu kız. Uçması gözlerden saklanıyor bu kadının. Büyürken öksüz ve beslenkiymiş. Tüm dünyasını kocası olarak tanımlamış. Kaderi varmış adamın, karısı ona hediye gibi inmiş. Ona Kaderli, eşine Hedye diyeyim. Yaylaya geldiğinde çocuk gibi kalmış Kaderliyi omuz altından yüklenerek merdiveni zor çıkarttırmışlar, koca koca sürümüşler. Kokusu her yeri giyiyor, Hedyede gram tepki yok. Duyunca insan son anlarda olduğunu anlıyor. Belli ki gıda topluyor. Hastalığının özünü bilmiyor, “Sırtımda bir şey var,” diyor. Ayrıntı anlatan anam. Eylemin etkisinden emin olmama anlamındaki kalıp kullanımıyla “Evin başına çıkardığımız oldu,” diyor.

Hasta Kaderli anasından hoşlanmıyor. Annesi geriden anladığım kadarıyla bencil ve sorumsuz. Ona çekinmeden verip veriştiresim, obalını alasım geliyor. Oğlu dünyasından geçmiş, alem değiştirmek üzere, o hala “Ben nolacağım, bana kim bakacak?” demede. Bakımına katılmıyor. Çeken hastacık, “Anamdır sebebim, hastalığım,’ diyormuş. Bu kadersiz tarafı. Hediyesini yaşam anadan değil eşten vermiş. Bu hediye görünmez kanatlı, pırıl pırıl parlıyor. Kaderli, karısına “Ben senin gözünün içine bakıyorum,” diyormuş. Gözü kamaşacak tabii. 750 km ötede, uzun kulaktan duyan benim gözüm kamaşıyor, yüreğim kanatlanıyor, utanmasam kıskanacağım. Doktor hasta adama “Böyle hasta görmedim, ama böyle hasta bakan da görmedim,” diyormuş. Kaderliyi içine atan, utangaç, içine bırakan diye betimlemiş. Gidici olmakla birlikte yolu ve gönlü açık olsun kanserlinin. Hastalığının özünü bilse de olurdu, bilmese de olmuş.

Mehmetİbish tarafından yayımlandı

Bu benim , içimden gelenleri, parmağımdan taşanları yazarak, gözümden dökülenleri fotoğraf olarak paylaşacağım, sevdiğim ve etkilendiğim filmleri yorumlayıp, favori kitaplarımdan küçük alıntılar yaparak edebiyatçılık, sanatseverlik havalarına gireceğim kişisel bloğum olsun.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: