
Cunda’ya varışımız, bir sabaha karşı. Minibüs içinde uykulu yorgun bekleşiyoruz. Günü doğuracağız. Pateriça koyuna yayılıp görüntü, güneş, ışık ve gölge avlayacağız. Serçeler gibi hevesli silah arkadaşlarım.
Aynı isimli, birbirinden ayrı yerde oturmuş iki mahalleli bir yer Pateriça. Nasıl yani? Bu kadar isim bolluğunda ayırt edici isim mi bulamadılar? “Pateriça Birinci Köy”, “Pateriça İkinci Köy”. Üstünde düşününce sonradan buluyorum. Onlar ayrı değil bütündüler, akrabaydılar, hısımdılar. Nüfusları çoktu çoğaldı da genişlediler. Ayrı isim peşinde değillerdi, oymaktılar. Çoğalanlar kendine ayrı sıfatlar yakıştırıp, bütünle aralıklanma istemediler. Neredeler şimdi? Gitmişler… Ne zaman kayboldular ortadan? Biz gece minibüste beklerken. Tuvalet önünde sıra bekler gibi. Av mevsimi, av anı bekler gibi gitmelerini bekledik. Biz beklerken onların gidiyor, o an boşaltıyor olduklarını bilmiyorduk?? Kavimler Göçü bitmemiş miydi? Habil ile Kabil ikisi de uydurulmuş efsane dehlizlerinde cansız sallanmıyor muydu?
Demek ben de o saldırgan, huzursuz ırkın bir ahfadıyım. Bakir görüntüler peşinde koşmak, en uygun fırsatta deklanşöre basmak beni çağ paylaştıklarımın iki kulaç üstüne ağdırmıyor. Bütün okuduklarım, duyduklarımla birlikte bilmediklerim de karnımda guruldamak, beni aynı insan dönemeçlerinden geçirmek zorunda. Bir iki milimlik hayati yorumum avuntum, gururum bile olacak. Şimdi kabul, Pateriça’yı denize döken benmişim. İki gün boyunca her gittiğim yerde rüzgar ve hayalet görünce “Niye gittiniz? Beni beklesenize.” demem boşuna. Kovmuşum, ürkütmüşüm, şimdi sakin bir kederle suçlu hissediyorum. Bakınıp düşünmedikçe onu bile hissetmiyorum. Sağrısındaki, bacak arasındaki sineği görmeden kuyruğuyla kovmaya çalışan kısrak gibi huzursuzum.
O dönemeç, o maya tutması zeytinliklerde karşılıyor beni. Şu yaşlı durgun dinozorlar. İri kara kurşunlular hiçbir yere gidememişler. Sabitliklerinden cesur. En eski zeytinler bütün urlarını şefkatle, çeki bilinciyle gövdelerine yapıştırmışlar. Asıl avcılar onlar olmaya? Bu kadar yaşlı, buruşuk kadınlar beni nasıl çekiyor? Bir akrabalarını görmüştüm başka bir zaman, düşte. Buruşuk, kokuşkan armut, utanmazına baharda çiçekli gelinliğini giymişti. Kendi erken kocamamdan, yaşam mızıkçılığımdan, nanemollalığımdan utanmıştım.. Bu zeytin ağaçları da davetkar: “Yüzleşemiyorsan unut,” dediklerini hayal ediyorum. Başka bir kabusta yeniden bulursun.
Koç gibi güçlü bir büyüğümüz Cunda’ya sahip çıkmaya başlamış. Ürkütmeden yüz görümlüğünü veriyor, usulca açıyor. Galiba Cunda’yı bize ana yapacak. Cunda koynundaki altınları, dip bucak sakladığı tapuları da göstermiş midir damat adayına? Büyük ablası Ayvalık artık peçelere bürünmeyi bırakmış. Yumurtalardan, kap kacaktan satmaya, yeniden göz sürmeleyip, gelen geçenle iki üç laflamaya başlamış. Saat ayarı yeniden değişti galiba. Yerli kuş kaçırtmalardan saparken panayır yöresi kurulmasına mı denk geldik? Bunlar, mantık evliliği veya yorgun arkadaşlığı kabilinden onarımlar mı?