TÜL-ZAR MEVSİMİ

Mardin Abbaraları

Mardin – Urfa bizim kendi ortadoğumuz. İki hatta üç uzakdoğumuz var. Artvin uzakdoğusu, Van-Doğubeyazıt uzakdoğusu ve Şırnak-Hakkari uzakdoğusu. Ortadoğumuz hem biraz Kürt, hem biraz Hristiyan (eskisinden, özgününden, sanatkar Süryanisinden), hem biraz Arap.

Biraz batıdan bakınca Arap keyifçi de demek, geri de demek, biraz akıncı ve işgalci de demek. Suriye mültecilerini sofrayı daraltan, açıkgöz akıncı ve hazırcı görmüyor muyuz? Kaçan, can kurtaran, hayat ve uygarlık arayandan önce.. Halbuki Arap aynı zamanda bizmişiz, daha batı karşısındaki bizimkilermiş. Hiç yabancılamayın. Araplar hatta renkli gözlülermiş. Bize oryantalist patinaj yaptıran, ezber bozan, içimizdeki faşisti uyaranlarmış. Onlar ustalar, zanaatçılarmış. Murathan Munganlar bizleşmiş Süryani Araplar, Suriyeliler değil mi? Kaç kat, kaç tür biz varmış bizden içerü? Mardin atölyelerinde yapılan Suriye badem şekeri beni bölgeme, kendime yeniden açtı, tanıttı. Alttan gelen yabancı korkumu göstertti, peşinden dağıttı. Harran’ın dilavaz, hazırcevap kefiyeli turizmcisi beni bizi ağırlıyor, Arap fistanını yakıştırıyor, iç savaştan da önce gelen Suriyeli işçisine umut yolculuğu başlatıyor.

Benim için kendi ortadoğum abbara (sokaklar geçidi) ve TÜL. Bilinçten bilince, bilinçten gizeme geçit. Benim şimdiki mevsimim ZAR mevsimi. Anlayış zarının eşiğindeyim, korku zarının doğum eşiğinde. Burada Mardin’de insan yaşam sürecini stilize eden çeşmeler var. Depo gibi bir dölyatağı, anadan doğuş, yaşayıp akma, sonra geniş denizel bir yalağa doğru ölme biçiminde. İki şey verdi bana. Biri oradan hiç ummayacağım güzellikte bir dişilik kadınlık organı stilizasyonu. Eril ortadoğuda bundan heyecanlanmamak da yürek ister. 

İkincisi bu stilizasyonun şeklî sonucu: Doğarken tanrı tarafından yükseltilmiş ve aynı anda da bırakılmış, düşmeye başlamış olursunuz. (Annem bana gebe kalışını, gövdeme düştüğünde, gövdemde kaldığında diye tarif ederdi.) Bu akış şemasına göre, yaşam boyunca aslında hiç bir zaman yükselmezsin. Düz akarken düzeyini koruduğun olur, kritik eşiklerdeyse şelale gibi yeni düşüşler yaşarsın. Ölüm ve mezar en düşük düzeyin olarak kaçınılmaz karşına gelinceye kadar. Mezarını kupkuru toprak sanma, su halinle okyanusa, büyük denize kavuşuyorsun. Hayat bilgisi ve olgunlaşmak olsa olsa farkına vararak düşüş bilincine kavuşmak, irtifa kaybını takıntılaştırmamak olabilir mi? En parlak zamanlarımızı arkamızda bırakmanın yanı sıra unuttuk mu? Bunama denen şey, yitip gerileyen geçmişi yanlış yerinden ve beyhude ele geçirme çabamız mı?

[12 Kasım 2013]

Mehmetİbish tarafından yayımlandı

Bu benim , içimden gelenleri, parmağımdan taşanları yazarak, gözümden dökülenleri fotoğraf olarak paylaşacağım, sevdiğim ve etkilendiğim filmleri yorumlayıp, favori kitaplarımdan küçük alıntılar yaparak edebiyatçılık, sanatseverlik havalarına gireceğim kişisel bloğum olsun.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: