DÜŞTE FİLM [22 Kasım 2013]
Düşümdeki filmdeki veya belgeseldeki aydın Cunda/Ayvalık’tan tanıştığımız Artur veya Artur’un tıpkısı benzeri. Filmdeki aydın, “Sistem iki kere rafine,” diye anlatıyor. “Hem bütün açıkları devletten, sistemden yana kapatacak yorumlara ve önceliklere sahipler. Hem bir eleştiriye maruz kalmak onları yeniden tepki vermeye, yeni düzenlenime yönlendiriyor.” Ben bunu duyunca, filmi biraz durdurup diyorum ki, “Sistem karşısındaki birey veya aydın iki kere acılı ile iki kere yozlaşmış olma açmazında.”
O sırada film salonunda Pelin adlı bir kız da aramızdaymış. Şile bezli, uzun, üstünde dikey, çaprazlaşan, pullu veya metal şeritleri olan uzun bir elbisesi var. Öylece salınmakta veya oturmaktayken Esra ona “Benim hayali gardrobumdaki elbiselerden biri bu,” diyor. Her ikisi gülüşüyorlar. Sakallı ve at kuyruğu saçlı, yuvarlak gözlüklü Yalçın Savuran da orada. Zaten onların evindeymişiz.
Hep birlikte bir film veya eleştiri-belgesel izleyeceğiz. Molalar verip fikirlerimizi öne süreceğiz. Hem izleme ortamının etkisiyle sıcak, rahat hissediyorum; hem filmin atmosferiyle yüklenip gerilmiş, hatta biraz umutsuz haldeyim.
Sabah oldu kalktım. Aslında bu düş kalkma, yat anasını sat davetiydi. Ama bir de gerçekler, gereklilikler var. Yatma kalk, soyunma giyin ve işe güce, acılı yozlaşmaya git.
LİMANDA GECİKME DÜŞÜ [9 Aralık 2013]
Fotoğraf grubuyla Gökçeada’ya gitmiş olmalıyız, dönüşteyiz. Yanımda Yağmur var, onu da gezdirmişim. Limana giderken yanımıza Cengiz oturdu, onun arabası limanda, bir garajda kalmış. Diğer millet araba vapuru beklerken gene fotoğraf çekimi, poz peşinde.
Arabayı kenara sakin bir yere park ediyorum. Geciktiği için Cengiz’in peşine içeri giriyorum. Cengiz’in arabasında sorun var, doğrusu ortada arabası yok. Onun kafası karışmış, sanki buraya bırakmamış arabasını. Öyle söylüyorlar. Veya kandırıyor veya oyalıyorlar mı? O emin değil, bastıramıyor, nasıl yaptığını hatırlamaya çalışıyor, kabullenici..
Derken benim arabam da ortadan kayboluyor. Cengiz’in arabasıyla ilgili mi götürmüşler? Kontrol veya bakıp gelme için? İyice geciktik diye sinirleniyorum. Cengiz’e de sinirlenecek oluyorum.. Sakin tavırlarıyla buna izin vermiyor. Hatta daha çok kendine kızmakta. Bir süre sonra Cengiz ortadan kayboluyor. Ben kalıyorum garajcılarla karşı karşıya..
Gidip bir soruşturacak oluyorum, gelecek mi diyorlar, azıcık bekleyin mi, fakat başları kalabalık. Garaj çevresi ve içi insan kaynıyor. Garajcılar da hop orada, hop başka yerde. Kendi başıma kalınca bir durum muhasebesi anca yapabiliyorum. Gene elde var belirsizlik ve sorular. Tekrar onların peşlerine düşüyorum. Bir köşede buluyorum, gene soruyorum, gene mırın kırın, sahne değişivermiş. Bu esnada hep Yağmur yanımda, bazen sessiz, bazen soruyor, “ne oldu baba?” gibilerden. Bazen çok yakınımda oyunla oyalanıyor.
Birkaç kez sonuçsuz kalınca ben mi aptalım, yaptığım aptallık mı, beni atlatıyorlar mı, yoksa art niyetliler mi diye gecikmeli bir öfkeye kapılıyorum. Bu sefer sormaya değil de kavgaya aramaya başlıyorum. Kavga fırsatı da buldum galiba. Gene sakinler, karşı öfkeleri yok, savunmaları da yok. An’ı geçiştirmeye çalışır gibiler. “Gelecek beyefendi, yoldadır.”
Benim Kaşkai, kırmızı Kaşkai diye talimatla sızlanma karışık görevlilere durum anlatırken, Kaşkai geliyor. İçinden bir garajcı iniyor. Araba emre amade. Bekleme ve huzursuzluk bitmiş… Hoop aynı anda uyanıyor, gözlerimi aralıyorum. Benden bir an sonra da kurduğum cep alarmı ses veriyor, ondan önce tam zamanında uyanmışım. Uyanınca farkına varıyorum, benim rüyada gecikiyorum gecikiyorum diye afra tafra yaptığım şey aslında zorunlu olduğum, hiç gönüllüsü, müşterisi olmadığım sabah uyanma saati. Ah bir rüyanın tersine çevirmeleri. Demek ada ve rüya-uyku da hiç ayrılmak istemediğim zaman-mekan. Tabii düşün gene de görünür(de) bir başarı, çözüm ile bitmesi göz doyurucu mutluluk. Arabaya kavuşmak, ilerleyecek olmak bir oh çektiriyordu. Kaybolma ve kayıp durumunu sessizce bitiriyordu.