Kim Ki-Duk’ta ağlama sahnesi/durumu çok önemlidir. Nerdeyse korku ve dehşetin sağladığı aydınlanmaya denk bir aydınlanma sağlar. Varoluşa katılmanın altı çizili görüntüleridir. “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış, ve İlkbahar”da insanın her büyüme evresi adeta ağlama, ağlamalı bir açmaz tarafından mühürlenmiştir. Konuşmanın, iletişimin az olduğu Kim Ki-Duk sinemasında ağlama, gözyaşı yağmur ve vaha gibidir. İletişim azlığına bakılırsa ağlama yani uyanış çoktur denebilir. Ağlama bizim, seyircinin katılımına çok şey katar, içimizi dökmeye davet eder. Kahramanı veya yönetmeni yadırgarken; beni zorluyorsun, kabul etmiyorum derken; kendimizi ağlamalar aracılığıyla onun yanında, dibinde buluveririz. Ki-Duk haksız mıyım diye sormaz, yolundan gider. Karşılaşmamızı bekler, belki tuzaklar da kurabilir. Samaria Fedakar Kız’da da hem bir duygusal tutukluk, hem bitmeyen bir heyecan ve merak, hem iç ve dış çatışmalar, hem arada teyelleyici duygu sağanakları vardır.
SAMARİA – FEDAKAR KIZ
Filmdeki araba dere içinde su birikintisinde uzun zaman kalınca anlamca tapınak düzeyine çıkar. İlkbahar Yaz Sonbahar Kış ve İlkbahar filminin moduyla Samaria’ya bakalım. Artık baba usta kız çömezdir. Tapınak-çilehane-arabada az konuşulması normalleşir, anlamına kavuşur. Hatta arabada görülen düş istiareye dönüşür. Babasının kızı boğup dere kenarında kuma gömdüğü bu düş hangisinin düşüdür? Düş aracığıyla filmin gerilimine seçenek ve ikili çözüm de bulunmuş olur. Kızın düşüyse uyanma ile doğum ve viraj alma, yaşam değiştirme başlayacaktır. Babanın düşüyse limit görülecek, şiddet uçurumundan vaz geçilecek, direksiyon kıza bırakılarak kendini feda, kızın önünden ve yolundan çekilme başlayacaktır. Baba kızına sürekli Hıristiyan öyküleriyle yaklaşır. Sanırım Kim Ki-Duk aynı zamanda Batı ve diğer dünya izleyicisine fikrini hissini onların alfabesiyle vermeye çalışıyor. Ek çaba, festival numarası. Haneke’nin Amerikalılara altyazısız seslenmek gerektiğini bilip bir kereliğine Gülünç Oyunları’nı tıpkıbasım sahnelerle tekrar çekmesi gibi usta bir iletişim denemesi.
Birinci kızın kendini hipnotize ve doymuş (korkmuş?) şekilde pencereden atıvermesi bir senaryo sarkması mı? Birinci kız adeta Budist mutluluğun, azla yetinme anlamında Budist orucun hızlandırılmış bir özeti. Canlı hayattan çok kendine göre idealizm. Ki-Duk işler aynı zamanda böyle de yürüyebilir diyerek erkek fantezisi kuruyor sayılır mı? Samaria’nın babası mevsimlerin çıraklıktan büyüyen ustası gibi sakat, çıkışsız, arızalı biridir. İlkinin arıza damgası öksüzlük, baba-ustanınki ergen kızın çaresiz dul atalığı. Belki karı yası da buna katılabilir. Ermek için sonuna kadar gitme cesareti, inandığına ve zannettiğine uyma, karanlık tarafa ve kara yola teslimiyet temaları filme dış/yabancı kültürden yaklaşmak için ilginç kapılar.
Türk izleyici, popüler tarafından bağımlılaştırılmış, çerez filmlere alıştırılmış haliyle Ki-Duk ve filmini yadırgayabilir, bu olağandır. Birey izleyicide o kusurlar yoksa, giderilmişse tipik Batı tarzı filmlerden daha kolay duygu bağı kurulacaktır. Sanki benzer duygu altyapısına Doğu/Budist aşısı yapılmış. Onlara tasavvuftan yakınız veya küçük olasılıkla Uygur damarlarımız gıdıklanmakta.
Ki-Duk’un karakterlerini sinemasal olarak bağırtmaması, anlatmıyor gibi anlatması, yolunda yürüyüp gitmesiyle bize yakın ve davetkar. İzleyiciyi ezmiyor. İddiası ve söylemi var, ondan da geri durmuyor. Çatışmacı yanımıza da hitap ediyor. Ki-Duk kendi geçmişindeki iki besin kaynağını sonuna dek kullanıyor: Doğa ve tarım eğitimi, beş yıl deniz kuvvetlerinde çavuşluk. Bunun üstünden çok sayıda insan ve kişilik tipi görmüş. Onun dışında sinemasını geleneksiz bir boş levhaya (tabula rasa) yaklaştıran, biçimsel otoriter bir sinema eğitimi almayışı, sinemasal eğitimsizliği.. Değere ve özgürlüğe dönüş(tür)müş.
Uyanık Ki-duk, Batıya ulaşmayı her zaman çok önemsemiş. Türklerin ulusal özelliği onda kişisel olarak var. Biz köprü toplumuz, Ki-duk da köprü birey-sanatçı. Köprülükte tanış malzeme kullanma gereğiyle ben onu sıfır kavramlar, hiç ezber olmayan malzeme ve kalıplar kullanmamakta mazur görüyorum. Sevmemle de merhameti abartıyor olabilirim. O kendi köprülüğünü Paris’te aylaklık eder fotoğraf çekerken iç derininden hissetti, geliştirdi ve oluşana sahip çıktı sanırım.
Kişisel dipnot: O kadar benzerleri var ki. Çok idealize yapıt, gerçek yaşam karşılığı yok denmesin. Ve ben de o kadar Samaria’yım veya o kadar Samaria olurdum ki. Veya belki de Fedakar Kız oluyorum. Edip Cansever’in Çağrılmayan Yakup’luğuna karşılık Gecikmiş Samaria’yım.