Anama analık yapan babaannesi, anam evlenince kurak yayla köyümüzde -ve şiddeti bol sert ailemizde- bir türlü huzur bulamayıp, sürekli hasret çekiyor görünce, demiş ki: “Allah sana bir altın top versin bolları (buraları) unut, bizi unut.” Bu yeni gelin önceleri Kalkamak taşta oturur, seyil yüzlerine bakar bakar ağlarmış, anacığım.
Büyük ninemin kastettiği altın top ben olmuşum, anamı oyalamışım. Çölmüş, soğuk yaylaymış aldırmaz olmuş. Eh ben tadını, verilen değeri gramına kadar zevkle içiyorum, yalnız burada kritik olan yaşamın yanında durmak, yaşam için yaşamdan gelen bir şeyi altın top olarak selamlamak. Olan çocuğu olumlu duyguyla beklemek tamam, varlığını kutsamak daha değerli. Anam daha en minnaklığımdan itibaren koynuna alıp, pıssık pıssık bir sesle uyumamı çok sever, uyurken koklamaya doymazmış. Ya ben? Biraz ellenip ayaklanınca, onun koynunda durmaz, ya da uzun durmaz olmuşum. İstediklerini biraz veriyorsam biraz saklıyor, geri çekip nimetleştiriyorum. “Aldin mi onu” anlamında “aldinmunu?” deyişim en önemli hediyem ve cezam. İster diyorum, ister birden demeyi kesiyorum.
Ana koynunda durmamalar şu hali almış, ben sonralarını net anımsıyorum. Uyuyup uyanıyorum, baktım ki anam sarmalamış, zort zort derhal yanından kalkıyorum, zort zort odadan çıkıp nine dede odasına yürüyorum. En ufak halimle bile sert basarmışım tahtaya. Dedem geldiğimi duyuyor, beni çok seviyor. “Goca’rı, oğlan geldi, kalk kapıyı aç.” Kapıyı açacak boyum ve gücüm yok, üç bilemedin dört yaşındayım. Ninem geliyor, kapıyı açıyor, beni içeri alıyor. Ben tin tin tin doğru direk ninemle dedemin arasına kuyulanıyorum. Dedemin kokusunu çok seviyorum. Ailenin tüm erkekleri benzer ve harika kokuyor. Kısa listesi; dedem, babam, ben, iki erkek kardeşim, tek oğlan torun olarak ufağımızın oğlu. Annem de beni koklamalara doyamadığından, “ne güzel kokuyorum” özgüveni her türlü beceri ve yeteneğin üzerinde mevcut, sevgi onayı üstünden içime yerleşiyor.
Nasıl soğuk süt sevgimi yıllar sonra “anamın geceleri hepimize yatakta uykuda şekerli soğuk süt içirişinden” anlamlandırdıysam, şimdiki keşfim de, sigara içmediğim halde niye sigara kokusunu seviyorum, neden rahatsız olmuyorum? Çünkü dedem ve ninem sigara içerlerdi, ben onların yanında yatağında sigaraya alışmıştım. Şans eseri sigara bağımlılığına bağışık olmasam fosur fosur sigara keşi olmam işten bile değildi.
***
Şimdi zamansal olarak daha eski keşfime gideyim.
Şimdi anladım! (Aslında tam olarak 8 eylül 2017’de.)
Benim soğuk süt sevmem -ben soğuk süt sevmem demiyorum, çocukken anamın bize kaynana ve kaynatasından yani ninem ve dedemden saklıca uykumuzun arasında soğuk süt içirişindenmiş! O zamanlar uzatılan sütü uyanmadan bile içebiliyorduk. İçine biraz toz şeker atıyordu. Biz içerken sütün üstüne kaymağı, süt zarı toplanmış oluyordu. Meğer alışmışız, alışmışım.
Bu gece mesaileri, hayvancı ve keçi sürülü bir aile olduğumuz halde, aile reisi dedemin günlük süt rekoltesinin azalmasını sert şekilde önleyerek, sütü hiç kişisel gereksinimlere kullandırmayışındandı. Anam çocuklarına kendi hayvanlarının ürününü gizliden, hırsız gibi içiriyordu. Bizi bir türlü gönlüne göre besleyemediğini sanırdı. Ona göre biz tüm diğer aile çocuklarından daha bakımsız, daha zayıftık. Sonraları beni depresyonda gördüğünde o tarafını da döküldü: “Tırlak karıdan parlak çocuk mu doğar..”
Ayrıca ben güncel yaşamımda o soğuk sütü sevmediğimi sanıyordum. Ne büyük yanılma.. Yanılıp kendimi yadırgayışım soğuk süt sevilmez, sevilirse sıcak süt sevilir, sıcak süt sevmek gerekir zannetmemdenmiş. Meğer olana razı gelmiş ve şekerli soğuk süte alışmışım, arkasını bekliyormuşum. Standardım olmuş. Yaşantı bana ilk olarak artı veya eksi duygusal elektrik yüklü gelmemiş. Verili biçimde gelmiş ve beklentilerimi ona göre formatlamışım. Sonraları sıcak sütü zaman zaman içip, ne nefret edip ne sevdiğimden, sıcak sütü norm kabul eden zihnim kendi mantık yolunda açmazlarla yürümüş. Bedenim alttan alta alıştığını isteyip almayı zihnime karşın sürdürmüş.
Yalnız, uzmanlar ilk altı ay yalnızca baba sütü tavsiye ediyormuş.
Değerli İbiş;
Hikayen bende bazı çağrışımlar yaptı.
Ben köyden kente göçmüş bir ailenin evladı olarak açtım gözlerimi dünyaya. Köylülüğe ait ne varsa kötü belletildi zihnime. Bildiğim/bana öğretilmiş tek şey vardı: Her şeyin iyisi/güzeli/doğrusunu şehirli olan bilir. Belki “Anadolu Aydınlanması”nın istediği şeydi bu. Öyle ya cemiyet olabilmek için cemaati yadsımak/kötülemek gerekmez miydi? Sürü insanından kendi aklını kullanma cesareti gösteren “birey”e nasıl evrilecektik başka türlü?
1985 yılında üniversite sınavını kazandım. İskenderun’dan ilk kez uzaklara gidecektim.İstanbul’a gitmek üzere bindiğim otobüs Pozantı’da durup “yemek ve ihtiyaç molası” verdiğinde aç olmadığım halde yemek yedim, sıkışmadığım halde çişimi yapmak için kendimi sıktım. Aksaray’da çay ve ihtiyaç molası verildiğinde yıllarca pek hazzetmediğim acı demli çayı içip, tuvalete gittim: Zannımca şehirli/yetkin insan olsa olsa böyle yapardı çünkü.
İstanbul’a gide gele-yıllar sonra- molalarda illa yemek/çay/ihtiyaç karşılamak zorunda olmadığımı öğrendim.
Tabi bu içten gelen yetkin olmama hissinden dolayı annemin güzelce pişmiş makarnası yerine al dente makarna, güzelim tavuk suyu pilav yerine risottoyu denemişliğim ve yüceltmişliğim de olmuştur.
Şimdi yaşım 53 olmuşken kendimi aramaya ve bulmaya çalışıyorum. Üzerimde kendileriyle bütünleştiğimi zannettiğim kıyafetleri çıkarıp, bu yaştan sonra anadan üryan halimin karşısına bir ayna koyup bakmak pek de keyifli değil. Ölmeden evvel kendimi bulmayı çok istiyorum. Aramak bahanesiyle içimi dışıma çıkarmasaydım kaybetmeyecektim; şimdi aradıkça kaybediyorum.
BeğenLiked by 1 kişi