İsa ona, ‘Tilkilerin ini, kuşların yuvası var, ama insanoğlu’nun başını yaslayacak bir yeri yok,’ dedi. (Matta 8:20)
***
İnsanoğlu/ademoğlunun tarihsel/evrimsel ilk cenneti belki de hayvanlar alemiydi. Yani hayvanlardan bir hayvan, sibernetik, an bilgisiyle yaşayan bir canlı. Kendinin değil anın gerekirinin bilincinde.. Sonra zeka, ego, elmayılan sarmayılan ne olduysa oldu, insan içinde yaşadığı (içinden çıktığı) cennetten kovuldu. Hayvanlar arasındaki kafaca rahat, doğal yaşamını yitirdi. Yasak elma bilgi, belki de bilinç veya iki ayak üstüne dikelten zekaydı. İşte o kovuluştan sonra insanın bir doğallığı değil bir psikolojisi, bir büyüme koşulu, kötüsünden iyi veya daha kötü anası babası çocukluğu olur oldu. Ensest yasağı ve arzuları büyüme karmaşasının azcığı ve en basitiydi olasılıkla.
Hayvan cennetinden kovulmanın iki büyük sonucu vardı: Bir hınç-haset, bir de telafi yani yeniden sevilme ve kendini sevme umudu. Bu iki sonuç ve onların ikilemleri uygarlığın iyi ve kötü her şeyini yarattı, doğurdu. Varsayalım, meditasyon yöntemlerine ve bilgeliğe, insanın başına gelen travmatik felaketin kayıtlarını silme, sonuçlarından ve bilgisinden kurtulma umudu diye bakılabilir. Bilimcilik ve ayrıntısallık yönlü ilerlemeler ise yumağı geri sarma, itpal etme veya ilk/orijinal eyleyeni bulup ondan öç alma arzusu olarak yorumlanabilir. Bilim adamlarının ilgisiz iyicil yumuşak dalgın görünmelerine aldanmayın o kadar.
İnsanda haset var, hınç var, terk ediliş, diğer hayvanlardan apayrı oluş var. Birbirimize gösterdiğimiz kadar hayata, doğaya da öfke göstermekteyiz. Hz. Süleyman misali hayvanların dilinden anlayan insanlar bile ara halka. Ne o ne odurlar. Yıkıcı, benden sonra tufancı, ben yoksam hiçbir şey olmasıncı insanoğlu.. Kendi annesi yeterince sevse dahi kendisinden çok önce olup bitmiş bir gelişmeyle hayvanlar ortaklığından, anda biteviye süregiden olmaktan çıkmış. Belki insan için iki anne söz konusu: İlk hayvan ana doğa anadan kopmuş, ikincil insan anneyle ilişkisi titrek. Öfke/hınç bu eski kopmadan ötürü zorunlu: Hayvanımsıyız ama artık özgün hayvan değiliz, kategori dışıyız.
Akıcı biçimde normalleşen, normal saydığımız insan an bilgisine, anın gerekiri basiretine ha deyince ulaşamıyor. İnsan saf olumlu, saf an-hakkını veren bir yaratık olamaz artık. İki katmanlı bir terk var: İlki hayvan-insan kavşağında hayvanlığın bırakılışı, ikincisi çocuk-erişkin kavşağında çocukluğun bırakılışı. Ruhsal, psikanalitik çözüm ve içgörüler sadece ikinci kavşağın sağlığına ve görece iyiliğine yönelik olabilir. İlk ayrılığa karşı yapılabilecek bir şey yok, o hep orada duruyor. Bu yük varoluşsal, ontogenetik, tarihöncesel kader.
Hayvanlar ölümün farkında değil, kabaca intikam öfkesini bilmiyor, çünkü hayvan ana başlığına dahiller.. [Bu önermenin değilleri, düşünme kontrastı için kullanılmasına engel olmuyor.] Hayvan, insan gibi bilinç-bilgi ile cennetten kovulmadı. Hayvanlar arasındaki rahat yaşamını bırakıp bilinç sahibi olmayı insan kendisi seçmedi. Bu garip arada kalmışlığı kucağında buldu. Belki ilk ayağa dikelen ve çıplak kalan maymundan beri. Artık kesinleşmiş bir küme dışlanmasından söz ediyorum. Oldu bitti, artık böyleyiz. İnsan olarak yeryüzeye fırlatılmışız. Doğaya dönelimcilik, cenneti dünyada kuralımcılık bey-hu-de.
İlk kavşaktaki hayvanlar cennet aleminden kopuş, hayvanları bilmek ve hayvan sevmekten çok, hayvansı oluş ile hayvan-olmak farklılığı. Yakın dostlarımızdan köpekler yürekleriyle cennette, kediler akıllarıyla cennette. Karışmaz ayrılmayı belirlenimci, ontogenetik, sabit/çaresiz sayıyorum. Ruhsal iyilik hedefleyen kuram ve uygulamalar bu tarafına çözüm bulamaz, beri yakada kalıyorlar. Bu insan-doğa ayrılma farklılığı iyilik kötülük ve mutluluk mutsuzluğun ötesindedir. Telafileri, öç alma ve bilimcileşmeyi hep olanaksızla ilgili çabalar olarak merceğe alıyorum.
Ölüm bilincine sahip olmadıklarından başka, hayvanlarda konuşmanın yoksunluğu bilgisi de yok. Koku, androjen öfkesi gibi laf anlatma dışı yollarla an ve yaşayış dengelerini buluyorlar. Gerçi konuşma insana daha çok saklanma dolaylandırma sağlıyor, onlar insani konuşmanın olanaklarını bilseler konuşmak varken konuşamamaya öfkelenirlerdi. İsa’nın sözünü ettiği barınak ve tünekler özünde hayvanlar alemi aidiyeti ve yaşantısıdır. Peygamber kendine ve insancıklarına ağıt yakıyor.